Matbaa, Johannes Gutenberg tarafından 15. Yüzyılın ortalarında geliştirilmiş. Gutenberg, 1440’lı yıllarda taşınabilir, metal harf kalıplarını kullanarak metin basabilen bir matbaa icat etmiş. Bu sayede el yazması kitapların elle kopyalanmasının yerine daha hızlı ve etkili bir basım sürecini mümkün kılınmış ve aydınlanma hızlanmış.
Bu icat bu topraklara 1726 yılında İbrahim Müteferrika tarafından kurulmuş. Bu matbaada basılan kitaplar ise çoğunlukla yabancı kaynaklara dayanılarak hazırlanmış.
Bu bilgilerin ardından şunu söylemek istiyorum. Biliyorsunuz 1928’de Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Harf Devrimi’ni yaptık. Bu devrimden önce -Enver Paşa zamanında- de Harf Devrimi adına bazı denemeler olmuş hatta bazı gazetelerdeki haberler Arap alfabesinin yanına Latin alfabesine de yer verilmiş. Fakat Enver Paşa’nın zamanında yapılan bu demeye ben devrim diyemeyeceğim maalesef. Bu olsa olsa bir reformdur. Bir geçiş sürecidir. Neyse konumuz o değil. Konumuz yazılı, görsel ve sanal medyada işlenen “bir gece de cahil kaldık.” algısı da değil. Konumuz Ülkemizde aydınlanmanın ne zaman başladığı…
Ülkemizde Gutenberg’den sonra (300 yıl) sadece 25 bin kitap basılmış. Çok az değil mi. Ülke insanının %90’ının okuma-yazma bilmedi düşünülürse bu sayı normal mi dersiniz? Bilemiyorum bu sayı çok az geldi bana. 2023 verilerine göre basılan kitap sayısı 400 milyon civarında olduğu göz önüne alındığında hakikaten 25 bin çok az. Oysa 1910’da sadece Almanya’da 35 bin başlık yayınlanmış. Tabii bu da aramızdaki farkı bir kez daha kanıtlıyor.
Aslında bu farkı kapatmak için birkaç kez kartlar yeniden dağıldığını söyleyebiliriz. Mesela ilk televizyonla beraber kartlar yediden dağıldı. Sonra bilgisayarla, sonra internetle şimdi de yapay zeka ile yeniden dağılıyor.
Bunu bari kaçırmayalım…