Pandemi vesaire derken kitapçı ve sahaf esnafı zor bir sürece girdi. Akabinde satışların internete kayması ve teğet geçmeyen ekonomik krizle tabir yerindeyse piyasa felç oldu.
Buna sessiz kalamayan kitapçı esnafı sosyal medya üzerinden bir birlik ve dayanışma çağrısı yaptı. Kısa sürede yankı bulan bu ses şehirlerimizin en önemli sosyalleşme alanları olan kitapevlerinin yok olmamaları ve desteklenmeleri gerektiği konusunda ortak bir karara varıldı.
Sıkıntılar elbette ki bitmez ama eli kolu bağlı durmak, hiçbir şey yapmamakta bir sıkıntı. Uzaylılar gelip bu sıkıntıları çözecek değildir elbette.
Sektör kendi sıkıntı ve sorunlarını görüştü, konuştu ve asgari bir mutabakata da varıldı. İşin en sevindirici yanı da bu oldu. Sonuca ulaşılır mı ulaşılmaz mı bilinmez. Necip Fazıl diyor ya;
“Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi Küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!”
Mesele bir yere doğru koşmak yani çözüme odaklanmak! Evet, çözüme ulaşmak kanaatimize göre sektörün kendi arasındaki dik duruşuyla da yakından alakalıdır.
1997 tarihinde İstanbul’dan Kırşehir’e geldiğimde Kırşehir’de ne sahaf dükkânı vardı, ne de kitaplardaki ıskontodan insanlar haberdardı. Öyle bir gelenek yoktu. Kırşehir’e, Cumhuriyet tarihinin ilk sahafını açmanın yanına eşantiyon olarak da ıskontoyu getirmenin övüncünü yaşamak tarifsiz bir sevinç olmuştu bizim için o günlerde.
“Bu da nerden çıktı?” diyordu meslektaşlar. Alışmışlardı % 60, 70 ıskontolarla aldıkları kitapları fahiş fiyatlarla satmak! Tehditler, şikâyetler şantajlar bizi yıldırmadı, yolumuzdan döndürmedi. İskontolara güçleri yetmeyince bu sefer ikinci el kitaplara sardılar! Neymiş efendim “ikinci el kitapta mı olur, bin bir türlü hastalık bulaştırıyorlarmış!”
Dükkâna kadar zahmet buyurup öfkesini taşıyan bir meslektaşa yumuşak bir ses tonuyla söylediğimiz şu cümleler bile aleyhimize prim olmuştu:
“Muhterem abim ikinci el kitap neden mikrop bulaştırsın? Adam ikinci el araba alıyor, tespih alıyor, ayakkabı alıyor, gömlek alıyor, ev alıyor, hatta eş alıyor mikrop bulaştırmıyor da kitap mı bulaştırıyor?”
Mesele üzüm yemek değil de bağcı dövmek olunca bulaştırır tabi!
Biz işimize baktık, yolumuza devam ettik. Kimseye eyvallah etmedik. Çünkü o gün doğru olan oydu ve doğruyu yapmak için de kimseden icazet alacak değildik!
Ancak zamanla köprülerin altından çok sular aktı. Değişik değişik mikroplar bulaştı suya.
Bir gün Malatya’da nam-ı meşhur kitapçılar çarşısını gezerken bir dükkânda soluklanmıştım. İçeriye, Halit Ziya Uşaklıgil’in NEMİDE romanını soran bir müşteri girmişti. Masada oturan delikanlı uzatılan kâğıdı okuduktan sonra:
“İlginç! Bu yazarı ilk defa duyuyorum. Yanlış yazılmış olamasın mı?” demişti.
Donup kalmıştım. Kitap dese anlamakta zorluk çekmem, yazardan söz ediyor ve bu kişi de bir sahaf, oradaki dükkânın sahibi.
Çıkıp giden müşteri beş dakika sonra elinde Nemide ile kapıdan başını uzatmasın mı? Anlaşılan işin vahametinin farkındaydı. Sinirden adeta burnundan soluyordu.
“Bak varmış!” dedi. “Halit Ziya Uşaklıgil’i bilmiyorsan bu dükkânı kapat git” dedi ve öfkeyle çıkıp gitti.
Oradan ayrıldıktan sonra Kışla Caddesinin Akpınar’a bakan tarafında bir pasajın yamacında yerini şimdilik hayal meyal hatırladığım değerli bir kitapçıyla tanıştım. İçeriye girdiğimde iki kişi kendi aralarında konuşuyorlardı. Hoşbeş faslından sonra biz de sohbete dâhil olduk. Her taraf kitap kokuyordu sohbet hakeza.
Az önce şahit olduklarımı anlattığımda arkadaşın yüzüne yansıyan hüzün ve öfkeyi şimdiki gibi anımsıyorum.
“Abdulbari kardeş iyi ki şahit olmuşsun. ataköy escort Artık burada kitapçılık yapılmaz ben onu anladım. İpini koparan çarşıya dalıyor!”
O arkadaş bugün İstanbul’da Şirinevler Kitabevi’ni işleten Ahmet Koyutürk ağabeyden başkası değildi. Ve çok geçmeden Malatya’dan ayrılıp İstanbul’a yerleşti. Allah selamet versin hala orada, işinin başında. Güzel haberleriyle bizi mutlu ediyor.
Evet, bir zamanlar sorunumuz buydu. şişli escort İpini koparanların çarşıya dalması! Uzun süre bu sorun konuşuldu. Bunun üzerine yazılar da yazıldı. Herkes kitapçı ya da sahaf olmasın denildi. Ama ne yazık ki bu temenniler sadece söylentilerden ibaret kaldı. İpini koparan çarşıya destursuzca daldı ve dalıyor da!
Evet, sorunlarımız çok ve bu sorunları çözecek olan da biziz.
Fatih, İstanbul’u fethetmeye karar verirken önce halkına, tebaasına bakıyor. Tebdil-i kıyafetle çarşıya, teftişe çıkıyor.
Siftahını yaptıktan sonra, ikinci üründe komşusunu salık veren esnaf ile karşılaşıyor.
Evet, iş biz de yani “çarşının sakinlerinde” bitiyor. Kanun-yasa gerekir elbet ama önce biz Fatih’in yüzüne o tebessümü konduran esnaf gibi olmalıyız. Ahilik kültürü bunu gerektirir. Çelik kapılar, çelik kasalar, çelik kameralar hırsızlığı önlemeye yetmedi. Çelik yürekli adamlar gerek bize. Sağlıcakla kalın.