Kırşehir Express Gazetesi

DİYAR-I KALP’TEN GÖNÜL DAĞI’NA ŞİİR VE HAYAT

DİYAR-I KALP’TEN GÖNÜL DAĞI’NA ŞİİR VE HAYAT
Halil Durukafa( halildurukafa@kirsehirexpressgazetesi.com )
16 Mart 2022 - 15:58

“Diyar-ı Kalp’ten Gönül Dağı’na Şiir ve Hayat” başlığı altında,  moderatörlüğünü ilimizin kültür elçilerinden, Kırşehir Belediyesi Basın Sorumlusu şair ve yazar Soner Demirbaş’ın yaptığı, konuk olarak şair ve yazarlar Şükrü Erbaş ve Ahmet Bozkurt’un katıldığı Söyleşi ve İmza günü, 12 Mart 2022 Cumartesi günü saat 16.00’da Neşet Ertaş Kültür Sanat Merkezi’nde yapıldı. İyi ki de yapıldı. Çünkü tıpkı Ahmet Telli söyleşisinde olduğu gibi yine uzun ve keyifli bir şiir yolculuğuna çıktık. Öncelikle bu programın hazırlanmasında ve sunumunda emeği geçen herkese teşekkür etmeyi bir borç biliyorum.

Buradan Sayın Şükrü Erbaş’ın anlattıklarından birkaç kesiti sizlerle paylaşmak istiyorum ki bu birkaçı mutlaka duyulması, okunması gerekendir, diye düşünüyorum.

Mesela şair, Kültürel Ana Rahminden bahsediyor. Ve bu kültürde çok geniş bir yer kaplayan Anadolu Abdal kültürüne olan tutkusunu dile getiriyor:

            “Benim kültürel ana rahmim bu topraklardır. Orta Anadolu’dur. Kültürel ana rahmi, diyorum. Bu şöyle oluşmuştur. Ana karnında dinlediğim şarkılar, Türküler, masallar, hikâyelerle oluşmuştur. Ve ben anamın karnında o sesleri dinleye dinleye bu kültür bir tutkuya dönüşmüştür. Bugün hâlâ o tutkuyla yaşıyorum ve ben birkaç bin Türkü bilirim. O yüzden Neşet (Ertaş) benim için bir tutkudur… “

Şair, burada da Abdal kültürünü değerlendiriyor ve benim için de ulaşılması meşakkatli ve bir o kadar da sırlarla dolu HİÇ’lik kavramından şöyle söz ediyor:

“Abdallığı şöyle değerlendiriyorum; Abdallık bir mertebedir. İnsanın; manzuma doğru, yoksulluğa doğru, iyiliğe doğru, billurlaşmış bir insan sevgisine doğru, deyim yerindeyse HİÇ’e doğru yaptığı bir yolculuktur. Ama bütün bir dünyayı içine alan bir HİÇ… Bütün bir dünyayı anlayıp çözümleyebileceği bir HİÇ’e doğru yaptığı bir sonsuz yolculuktur.  Öylesine rastgele bir HİÇ değildir. Sonra, dünyanın bütün hiyerarşisinden soyunmayı gerektirir. Hiçbir güce boyun eğmez, saygı gösterir, sevgi gösterir ama hiçbir zaman boyun eğmez. Hiçbir güce suskun kalmaz. Müzikten başka tanrısı yoktur. Müziği elinden alırsanız öldürürsünüz… Bu kültür Bin yıllık bir kültürdür. Bu kültür dört senede herhangi bir okulda yetişmez. Çok büyük bir kültürüdür. Bu bin yıllık kültür 21. yy’da damla damla kristalize olmuşu işte Neşet Ertaş’tır…“

Neşet Ertaş’ın Caz müziği yaptığından bahsediyor, Erbaş:

“Neşet Ertaş’ı en iyi tarif eden tespiti, Gırgır dergisini çıkaran Oğuz Aral yapmıştır. ‘Neşet’in başarısı, babasının müziği ile şehir müziğini sentezini yapmasındandır.’ demiştir. Neşet, çok erken yaşta -18 yaşında falan- İstanbul’a gidiyor. Vapura biniyor. Vapurda, Zeki Müren’in şarkısı çalıyor. Neşet, çalan müziğe takılıyor ve vapurdan inmeyi unutuyor. Dinliyor da dinliyor. Yani, Sanat Müziğiyle çok küçük yaşta tanışmış oluyor. Ve bahsettiğim bu sentezi yapmayı başarıyor. Yani, Blues yapmıştır. Caz yapmıştır. Bizim siyahımız Neşet’tir. O yüzden akıl almaz bir dinleyici kitlesine ulaşmıştır. Toplumun her kesimi dinlemiştir, Neşet’i…”

Ve:

“Bütün varlığı avaza dönmüştür. Toplum onu inceltmiştir. O toplumu ne kadar eğlendirirse eğlendirsin, o toplum onu incitmiştir… Neşet Ertaş, bir yaşama tutkunudur. Hem de bunca yoksulluğa, bunca itilmişliğe rağmen akıl almaz bir yaşama tutkunudur.  “Gönüllerinizin hızmatçısıyım (hizmetçisiyim.)” diyebilecek bir erdemle ödüllendirmiştir kendisini. Bu herkesin söyleyebileceği bir söz değildir. Başkasında sırıtır, yapışır kalır. Bu sözü hücrelerden süzülüp gelmiştir… Dünyanın vicdanıdır. Sadece kendinin vicdanı değildir. Hepimizin vicdanıdır. Bize insan olmanın erdemini olağan üstü bir tevazuuyla işaret eder. Tevazuu kendinin bilincinde olduğu bir tevazuudur.  Mülkün hapishanesini elinin tersiyle itmiştir. Ne kadar alçakta oturuyorsa o kadar yüksek sesle başkaldıran bir adalet duygusudur. İnsanının şikârına nokta kadar üstünlüğü çağrıştıracak bütün sıfatları ret eder. Bu duruş nereden gelir bilir misiniz? 13. yy’da ‘Bana rahmet yerden yağar / Benim yüzüm yerde gerek’ diyen dedesi Yunus’tan gelir. İşte Yunus’tan 700 sene sonra Neşet şöyle diyor: “Beni deyip geldiniz, basıp geldiğiniz yollarda benim yüzüm serili. Ayaklarınızın turabı, gönüllerinizin hizmetçisiyim, efendim. Acılarınızın ortakçısıyım… ” Bu olağan üstü bir sözdür. Rastgele söylenecek bir söz değildir. Bu toplumun son 100 yılının tüm acılarının ortakçısıdır,  bu adam.”

Şair çok iddialı konuşuyor;

“Eğer, okuduğu bozlakların birisi kadar değerli bir şiir yazarsam şiiri bırakacağım. Oldu, yeter, tamam, diyeceğim.

Şair Neşet Ertaş’la ilgili bir anı anlatıyor:

Karl Marx 10 sene evrensel hırsızlığı anlatan bir kitabı yazmak için uğraşmıştır. Ne acılar çekmiştir ama Neşet ve Abdal kültürü tek cümleyle Marx’ın anlatmak istediğini anlatabilmiştir. Gazeteci Neşet Ertaş’a soruyor; Efendim, bu kadar Türkü konser falan, birikiminiz var mı? Üstat cevap veriyor; Efendim diyor, ben ölünce benim evden bir çuval un çıkarsa ben suç işlemiş olurum. Beni mezara koymadan hemen dağıtın onu, diyor. Yani, günlük ihtiyacının üzerinde bir malı elinde tutmuş. Daha ne söyleyeyim…

Ve Şair devam ediyor:

            “Ses ezgin. Ses saygılı. Ses büyük. Ses kahır. Yüreğin bütün heyecanlarıyla çarpıyor ses. Dile getirdiği yaşantıların bütün acılarıyla yaralı. Bütün arzuların ürpertisiyle kanatlı. Geri çekilirken susmuyor. İleri çıkarken bağırmıyor. Bağırıyor da hiçbir acıyı incitmiyor. Hiçbir kalbi yormuyor. Ses, insanın sustuğu ne varsa onların billurlaşmış hali. Ev içlerinin haysiyeti, yoksulluğu ve yaşama gücü ses. Bütün bir Bozkırın kaderi, gurbeti, sılası. Bütün yolların ayrılığı ve kavuşması. Kirpikten topuğa insan bedeninin bütün güzelliklerine, arzularına ve yalnızlığına aynı içtenlikle, aynı hüzünle, aynı umutla dokunuyor. ‘Bana rahmet yerden yağar / Benim yüzüm yerde gerek’ diyen dedesi Yunus’tan almış o büyük alçakgönüllülüğü: ‘Beni deyip geldiniz, basıp geldiğiniz yollarda benim yüzüm serili.’ Hiçbir yoksunluğun yabancısı değil. Bütün hayatları aynı içtenlikle dolanıyor. Bütün sokakları, avluları, kahvehaneleri, bahçe duvarlarını, ışıklı çarşıları, tozlu aynaları… bütün gönül yaralarını aynı derinlikle yaşıyor. Bir gözyaşı toplayıcısı, ses. Bir alın yazısı okuyucusu. İnsanların parmaklarından, kirpiklerinden yürüyen çaresizliğin ete kemiğe bürünmüş hali ses. Zorluğuna göğüs geremediğin yâri sevme diye diye dönüyor canımızda. Bir avuç Bozkır nasıl olur da bu kadar geniş bir insan coğrafyasını bütün kalp atışlarıyla, arzularıyla, hayıflarıyla bir seste toplar, hem de aslından daha yakıcı, şaşıp kalıyorsunuz. Ana rahminin suskunluğu, baba rahminin avazı, Abdallığın bin yıllık binası, bin yıllık gönül yarası… acı veren ne varsa, hepsini almış, uzak şehirlerin, uzak hayatların kaderlerine götürmüş. O hiç bilmediği ışıklar, o çok iyi bildiği gölgeler, bu koygun yalnızlıkta halkalanmış halkalanmış, sonra parmaklarının ucunda çırpınan hasretten tutup, onu ilk abdalın sesine getirmiş tekrar. Saygıyla getirmiş, nezaketle getirmiş, bilgiyle getirmiş, sezgiyle getirmiş, insan ruhunun bütün köşe bucağını havalandıran büyük duygularla, büyük avazlarla getirmiş. Neşet Ertaş’tan söz ediyorum. Daha doğrusu edemiyorum. Sıradan bir türkü tutkunuyum ben. Benim mayam da gam ile yoğruldu ama hançerem bu gamı taşımaya yetmiyor. Bir sesin sınırlarını, türkü okuyarak, şarkı söyleyerek bilemiyorum. Okusam da sesim ancak kendime dokunuyor. Ama kalbim iyi bir sesi, iyi bir yorumu, saçının telinden tırnağının ucuna kadar zar delisi olmuş, yalnız kendi sesinden değil, dünyanın bütün seslerinden yapılmış, özetle insana dönüşmüş bir sesi, binlerce yıl uzaktan gelse de biliyor. Bazı insanlar vardır, aynı zaman aralığında, aynı göğün altında soluk alıp vermiş olmak bile sizi arıtır, inceltir, yüceltir, onurlandırır. Karacaoğlan’ın, Yunus Emre’nin, Pir Sultan Abdal’ın sesi, ne olurdu bir yerlerde kayıtlı olsaydı diye bir çaresiz hülyada kaybolurum zaman zaman. Bütün o kadim seslerin zamanımızda varlık bulmuş sesidir Neşet Ertaş, derim sonra, sessizce avunurum. Elbette aynı kıratta bir avuç başka seste de aynı duyguyu yaşarım. Ses büyücüsü, diyorum içimden. Yetmiyor, saz büyücüsü diyorum. Öyle bir büyücü ki, hançeresinden canımıza yürüyen iki ses arasına, iki tel arasında çırpınıp dönen iki mızrap arasına bütün bir sonsuzluğu sığdırmış, bütün bir geçmişin üstümüzde biriken acısını, hiç görmeyeceğimiz zamanların hayalini sığdırmış. Yoksa bizim sesimiz, sesimizde çırpınıp duran hayatlarımız, artık hiçbirimizin içinde yaşamayacağı gelecek denilen o bilinmez zamanlarda nasıl duyulurdu, nasıl var olurdu, hiç tanımayacağımız o insanları bizim bugün yaşadığımız gibi nasıl insan ederdi… Yedi harften bir noktaya süzülmüş bir bilgeliktir, bir yüceliktir, bir enginliktir Neşet Ertaş. Bu sözün tersi de aynı güzellikte doğrudur: bir noktadan yedi harfe yükselmiş bir büyüdür, bir sırdır, bir hayattır Neşet Ertaş.”

 Ve tabii ki alkış kopuyor salondan. Çokça… Bir anlatı bu kadar lezzetli olur mu? Oluyor. Kaçıranlara tavsiyem Youtube’den mutlaka izleyin. Aha! Buraya link bırakıyorum.

https://www.youtube.com/watch?v=yJtIl4mhKrE&ab_channel=K%C4%B1r%C5%9FehirBelediyesi

Tekrardan, programın hazırlanmasında ve sunulmasında emeği geçen herkese teşekkür ederek bitireyim.

Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir, haberleri kopyalamayınız.