MAHMUD’TAN NEŞET ERTAŞ’A (Nasreddin Hoca) (1171-1261)
Mevlana’nın Mesnevi’sinden alınan Nasreddin Hoca fıkrasıyla başlayalım söze. O Fıkrada Ahi Evren Veli’yi kastederek:
“Adamın biri evine yarım okka (yarım kilo cıvarında) et getirmiş. Ancak akşam yemeğinde eti görmeyince sormuş. Karısı, “kedi yedi” deyince tutmuş kediyi tartmış. Kedi yarım okka gelince, “Bu kediyse et nerede; et ise kedi nerede?”
( Mesnevi 5. cilti, 3409-3335. satırlar.)
Bu fıkra halkın dilinde Nasreddin Hoca fıkrası olarak yer etmiştir. Mesnevi’ deki fıkra Nasreddin Hoca ile Ahi Evren Veli’nin aynı kişi olduğunun başka bir belgesidir. Mevlana bu fıkrayı Nasreddin Hoca değil de Ahi Evren Veli’nin fıkrasıymış gibi onu küçümseyerek mesnevisine almıştır.
Sömürü temeli üzerine kurulan yaşam biçimlerinde, o sistemin egemenleri bazı gerçekleri gizleme gereği duyarlar ve bu gerçeklerin toplum bilincine yansımasını istemezler. Çünkü o gerçekler ezilenlerin, sömürülenlerin bilinçlenmesinde büyük bir etki gücüne sahiptir. Ahi Evren Veli ile Nasreddin Hoca’nın aynı kişi olmasının toplum bilincinden gizli tutulması da bu gerçekliklerden biridir. Geçmişin ezenlerini, ezme biçimlerini, ezilenlerin ezilmekten kurtulma mücadelelerini bilen bir toplum, kendi çağının ezenlerini iyi tanır ve tarihsel bilinci doğru mücadeleyle özdeşleşir. Nasreddin Hoca güldürücü, düşündürücü fıkralarıyla halkın sevgisini kazanmış ünlü biridir. Onun fıkraları ve yine ona yakıştırılan kişilik Moğolları ve Moğol yanlısı kukla Selçuklu hükümdarlarını çok rahatsız etmemiştir. Ama Ahi Evren’in örgütlülüğü ve hem Moğollara hem onların yerli ortaklarına karşı verdiği mücadele bu talan sahiplerini oldukça rahatsız etmiştir. Yani Nasreddin Hoca ile Ahi Evren kişiliğinin birleşmesi toplumun bilinçlenmesi açısından tehlikeli olduğu için, ayrı ayrı kişiler olmaları ve birinin mücadelesinin ve eserlerinin bilinmemesi dönemin egemenleri açısından önemlidir. Örneklersek, Nasreddin Hoca kimliğinden o kadar rahatsız olmamışlar ama Ahi Evren kimliğinden çok rahatsız olmuşlar, ayrı ayrı kişiler olduklarının sanılması için ellerinden geleni yapmışlar, Ahi Evren’in mücadelesini ve felsefesini yok saymışlardır. Ayrıca Nasreddin Hoca’nın idamı toplum bilincinde idam edenlere karşı nefret duyguları yaratacağı için, böyle bir yol izlenmiştir.
Şimdiye kadar gizlenmiş, anlaşılması istenmemiş bir gerçeklik de Mevlana ile Ahi Evren Veli arasındaki mücadeledir. Açıklamaya çalıştığım nedenlerden dolayı bu değerli bilge ve mücadele insanının düşünceleri ve eylemi, mücadelesi sürekli gizli tutulmuş ve yok sayılmış, pek çok eseri de yine yok edilmiş ya da gizlenmiştir. Mevlana’nın ise bütün eserleri, felsefesi sürekli diri tutulmuştur. Kırşehir’deki anma törenlerinde bile ne Moğolların talan ve yıkımlarından, ne Ahi Evren’in Moğollara karşı mücadelesinden, ne Mevlana’yla sürtüşmesinden söz edilir; ne de halk bunu bilir. Bu tarihsel gerçekliği büyük bir emek vererek günışığına çıkaran Prof. Dr. Mikail Bayram’ın aynı adlı kitabından yararlanarak konu üzerinde duracağım.
Mikail Bayram, Ahi Evren Veli veya Nasreddin Hoca’nın 25 e yakın kitabının bulunduğunu aynı adlı kitabında belgelemiş bulunuyor. Bu kaynaklardan Ahi Evren Veli ile Nasreddin Hoca’nın aynı kişiler olduğu açık biçimde ortaya çıktığı gibi, Mevlana, Mesnevi başta olmak üzere şiirlerinde de Ahi Evren Veli’ye bazen Nasirü’d-din Hoca, bazen de Ahi Evren Veli veya yılancı ve diğer lakaplarıyla sataşmıştır. Mevlana’nın, Ahi Evren Veli’yi aşağılayarak ifade ettiği kelimeleri Mikail Bayram Mevlana’nın kitaplarından şöyle derlemiş. Dabbağ, (derici) mar-gir,(yılancı) hace,(hoca) danişmend, (bilge) lala, (şehzade muallimi) nasuh, (nasihatçi) ahi, (feta) cuha, (hocacık) iblis, (şeytan) muhannes, (eşcinsel) pelid, (çirkef) mar, ejder, yılan, kundeh, (pes-paye) red huy, (kötü huylu) köse ve hadım. Aynı zamanda Divanı Kebir adlı kitabındaki yirmi kadar şiirinde Mevlana’nın, Ahi Evren Veli veya Nasreddin Hoca’yı aşağıladığını ifade ediyor ve baş düşman olduğunu belirtiyor. Unutulmamalı ki Mevlana Moğol yanlısı Selçuklu sultanlarının ve Moğolların sağladığı olanaklar sayesinde varlık içinde yaşamıştır. Moğol egemenliğine ve sömürüsüne karşı mücadele edenlere karşı ise çok acımasız davranmış, başta Ahi Evren Hace Nasrü’d-din Mahmud olmak üzere pek çok insanın öldürülmesinde, mülklerine el konmasında veya baskı altına alınmasında pay sahibi olmuştur.
“Ahi Evren Hace Nasirü’d-Din Mahmud adına mülkleri, kendisi veya başka bir kurumca vakfedilmiştir. Bu vakfiyedeki ilgili nüshada vakfın adı Ahi Evren olarak geçmektedir. Halbuki menakib-namelerde, Ahi Fütuvvetnamelirinde “Evren” (ejder,yılan) adının Şeyh Nasirü’d-Din Mahmud’a nakledilen yılanla ilgili bir efsaneye binaen verildiği kabul görmektedir. (M.B.)
Bu demektir ki Şeyh Nasirü’d- Din Mahmud etrafında yoğun bir menkabe halesi teşekkül ettikten sonra Ahi Evren adı ortaya çıkmıştır. Önce Nasreddin Hoca, sonra Ahi Evren. (M.B”)
Hemen belirtelim, Ahi Evren Veli mahzeninde yılan besler, ayrıca yılan avlar, elde ettiği bu yılanların zehrinden ilaç yapar ve hastalık tedavilerinde kullanırdı. Ayrıca derici olduğu için yılan derilerinden kullanım araçları yapardı. Adı da bundan dolayı halk arasında yılan veya ejder anlamına gelen Ahi Evren Veli olarak anıla gelmiştir. “Öldürülüşünden bir yıl sonra (1261) Ahi Evren’in üç eserini ihtiva eden mecmuanın ilk sahifesine tam adı Şeyh Nasirü’d-Din Ebü’ Hakayık Mahmud el Hoyi olarak kaydedilmiştir. “Onun üç eserini tanıtan bir mecmuanın ilk sahifesinde adı Seyyidü’l- Muhakkikin Nasirü’d-din olarak kayıtlıdır.” (Konya Yusufağa ktp. nr. 4866, yp.1a; ayrıca bkz. Levha,1) Bu kayda göre öz adı Mahmud, Lakabı Nasirü’d-Din, Künyesi Ebü’l hakayık, baba adı Ahmet, nisbet adı da Hoyi’dir. Mevlana da özllikle Divanı Kebir ve Makalat-i Şems’te adını Nasirü’d-Din şeklinde anmıştır. (Divan-ı Kebir 1,1.91. M.B) Ahmed Eflaki’nin Menakıbü’l- arifin adlı eserinde(1,188. Tabsira) tesbit edilen Şeyh Nasirü’d. din Mahmud b. Ahmed el – Hoy’nin, Menakıbü’l- Arifin’de adı geçen Şeyh Nasirü’d-din ile aynı kişi olduğudur. M.B
Mikail Bayram’ın belgelediği başka bir kaynak da şöyle:
“Moğollar Anadolu’da hükümran oldukları süre içinde planlı bir şekilde Ahi Evren’in adını unutturmaya çalışmışlardır. Bu maksatla onun eserlerini, onun lakapdaşı ve Moğolların bir numaralı adamı olan ünlü matematikçi ve astronom Hace Nasirü’d-din-i Tusi’ye mal etmeye çalışmışlardır.) Ahi Evren-Mevlan mücadelesi 48sf.)
Osmanlı döneminde ondan söz edilen eserlerde, Menakib- namelerde ve Ahi secerenamelerinde adı hep Ahi Evren Nasirü’d-Din veya sadece Ahi Evren olarak geçmektedir. 1227-1228 yıllarında Birinci Alaü’d-din Keykubad’ın isteği üzerine “Hanikah’ı Ziya ile Hanikah’ı Lala’nın müderrisliğini yürütüyordu.” (Menakibü’l arifın, 1,188-190) Dördüncü Kılıçarslan, Moğolların desteği ile sultanlığı devraldıktan sonra Moğol karşıtlarına karşı baskı şiddetlenir. Mevlana İktidarın olanaklarından yararlanarak yukarıda sözü edilen Hanikah’i Ziya ile Hanikah’i Lala’nın Mevlana ve Moğol Karşıtı eski sahiplerinden alınıp (Ahi Evren) Hüsamü’d-din çelebiye verilmesini ister ve bu isteği gerçekleşir. (Bkz. Menakübü’l Arif’ın, 2, 754-758.)
Mevlana Dönemin Amerika’sı Moğollarla uyum içindedir. Anlaşılıyor ki dini inançların çıkarlara alet edilmesi had safhadadır. Moğollar, Mevlana’yı dini açıdan da yüceltmişlerdir. Bütün tarikatların Mevleviliğe dönüşmesi için çaba harcamış ve bunda da başarılı olmuşlardır. Kendilerine bağlanmayan kişi ve tarikatlara ait Hanikahlara el koymuş ve boyun eğmeyenleri katletmişlerdir. Eflaki’nin anlatımıyla bir örnek verelim:
“Mevlana, Hüsamü’d-din Çelebi’nin bağında imiş. Yakınlarıyla sema yaparlarken Mevlana birden bire orada bulunanlara hitaben: “Ey dostlar! Ziyaü’d-din Hanikah’ının Çelebi Hüsamü’d-dine ait olmasını istiyorum,” demiş. Ertesi gün hiçbir hastalığı ve rahatsızlığı olmadığı halde Ziyaü’d-din Hanikahı şeyhinin öldüğü haberini getirmişlerdir.( Menakibü’l-
Arifın1, 558)
Yine Ahi Evren ile Nasreddin Hoca’nın aynı kişi olduklarını kaynağından belgelemeye devam edelim.
“Ahmed Eflaki’nin adı geçen eserinin bir yerinde bu şeyh Nasirü’d-din’den Tabsira’nın sahibiydi şeklinde bahsetmesi, Metali’ül İman, Menahic’i Seyfi’ye ve Tabsira adlarındaki üç eserin sahibi olduğunu tespit ettiğimiz Şeyh Nasirü’d-din Mahmut b. Ahmed el Hoyi’nin, Menakıbü’l- Arifin’de adı geçen Şeyh Nasirü’d-din ile aynı kişi olduğunu ortaya koymaktadır. M.B. (Menakibü’l Arifin 1,188)
Alaü’d-din Keykubad’ın saltanatı döneminde (Moğol karşıtı bir sultandı ve Ahilerin ve Ahi Evren’in koruyucusuydu.) Konya’da bulunuyordu ve sultana Yezdan Şinaht ve Mürşidü’l- Kifaye adlı iki eserini ithaf ettimişti. M.B. Mevlan Ahi Evren Müc. 48.SF. (Yezdan Şinaht’in bir nüshası Ayasofya(Süleymaniye) ktp. Nr.4819 da, bir nüshası da Şehit Ali Paşa(Süleymaniye)ktp. Nr.2841 de kayıtlıdır.)
“1. Alaü’d-din Keykubad, oğlu 2. Gıyasü’d-din Keyhüsrev tarafından zehirletilerek öldürüldü. Bu yolla iktidara gelen Keyhüsrev Türkmenlerden ve Ahilerden destek görmedi. Bu dönemde Ahi Evren Şeyh Nasirü’d-din Mahmud beş yıl süreyle zindana atıldı ve işkence gördü. Bu olayı Celalü’d-din Karatay’a sunduğu “Medh-i Fakru Zemm-i Dünya” adlı eserinin önsözünde anlatmaktadır. Ahi Evren-Mevlana mücadelesi .M.B. 49SF. (Fatih Süleymaniye ktp.nr.5426 yp. 229b-236b.)
Şeyh Ahi Nasirü’d-din’in Konevi’ye yazdığı mektuplardan birinde Tacir( Hace Tacü’d-din i kaşiden söz etmekte ve Tuhfetü’ş- Şekur adlı eserini Bu Tacü’d-din için kaleme aldığını Konevi’ye bildirmektedir. M.B. Aynı adlı kitabı 50. Sf.( Ayasofya, Süleymaniye ktp. Nr.2412,yp.54a.)
Nasreddin Hoca ile Ahi Evren Veli’nin aynı kişiler olduğunu açıklamaya devam edelim. “Menahic-i Seyfi Ahi Evren Veli’nin eserlerinden biridir. Bir nüshası da Bursa Eski Eserler (H. Çelebi kısmı) Ktp. Nr. 1184’ de kayıtlı olup 756(1355) tarihinde Kayseri’de istinsah edilmiş olan mecmuanın 45a-67b sahifelerinde yer almaktadır. İçerisinde üçü Şeyh Nasirü’d-din Mahmud’a ait olan 17 risale bulunmaktadır….” M.B.
Yazar önsözde eserini Emir Seyfü’d-din Tuğrul’a sunmaktadır. Bu adam Kırşehir emiridir.
Mevlana, Mesnevi adlı eserinin pek çok yerinde Hace Nasirü’d-din Mahmud’a göndermelerde bulunmaktadır. Genellikle aralarında şiddetli görüş ayrılığı olduğu için onu yermenin ötesinde aşağılamaktadır. Divanı Kebir 318. Şiirde Onun adı Nasiru’d-din olarak geçmektedir. Ayrıca 18 şiirde aleyhinde bulunmuştur. “Fakat o bu baş düşmanını ejder, mar, iblis, eşcinsel, hadım, zürriyetsiz, kundeh, pelid, yılan avcısı, hırsız gibi kötü sıfatlarla anmıştır.” M.B. Aynı adlı eser sf 83. Bir hikayede eşcinsel olduğunu belirttiği Cuha’nın( Ahi Evren Nasirü’d-din Hace.) bir delikanlıya çirkin bir ilişkide bulunma teklifini söz konusu etmektedir. Yine bu Cuha’nın kadın elbisesi giyerek kadınlar meclisinde edep dışı davranışını anlatmaktadır. Mesnevi11,310 yine MesneviV,879-880.
Bir başka alıntı şöyle.
“Ey Ahi, inciyi sedefin içinde ara, san’atı da sanatkardan öğren”
“Debbağlık mesleğinde herkes deri elbise giyer, bu kıyafet ona ihtişam kazandırmaz.”
“O halde üstündeki kibir libasını çıkar, tevazu elbisesi giyin.”
Ahi Evren, Mevlana Mücadelesi 100sf.
Mevlana bir Arapça şiirinde Hace Nasirü’d-din ile Sadru’d-din Konevi’nin birbirlerine mektuplar yazarak ilmi ve felsefi konulardaki tartışmalarına işaret etmektedir. Şöyle ki,
“Nasirü’d-din’e cevap vermek üstünlük değildir. Nice sevgi gördüm ki, tavşanlar üstüne işiyorlar.”
Şems’in öldürülmesi olayında da Nasreddin Hoc a ile Ahi Evren Veli’nin aynı kişi olduğunu belirleyen belgeler var. Eflaki şöyle bir ifade kullanıyor.
“Vezir Nusretü’d-din’in Hanikahında bir toplantı vardı. Şems de oradaydı. Bu Vezir Nusretü’d-din orada Şems’e karşı saygısız davranışlarda bulunmuş, bunun üzerine Mevlana Şems’in elinden tutup onu oradan uzaklaştırmış.” Sonuç İtibariyle Eflaki’nin derlediği haberlerden Şems-i Tebrizi’yi 1247 yılında Vezirlik makamında bulunan(o sırada Ahi Evren Veli 2. İzzü’d-din Keykuvus’un veziri idi ve Ahilerle iyi ilişkiler içindeydi.) Hace Nasirü’d-din ve Emir-i Dad Nüsret in öldürtmüş oldukları anlaşılmaktadır.” Menakibül Arifin11,694
Olay Mevlana’nın şiirine şöyle yansımıştır:
O güzel dilber acaba nereye gitti. O servi boylum acaba nereye gitti.
Gönlüm yaprak gibi titriyor bugün. Dilberim gece yarısı nereye gitti.”
…………………………..
Yola çık yolculara sor. O can yoldaşı nereye gitti.
Bağa git bağbandan sor. O gül dalı nereye gitti.” M.B.
Sa’dü’d-din Me’sud, Canik taraflarından İmadü’d-din adında birine yazdığı mektupta Bilginlerin hamisi, Emir Seyfü’d-din’e iştiyakını, Ahi Mahmud’a (Ahi Evren Nasirü’d-din Hoca) hasretini bildirmektedir. (Türkiye Selçukluları hakkında resmi vesikalar. Sf 162-163)
Makalat-i Şemsi Tebrizi’de şöyle bir kayıt bulunmaktadır. “İmadü’d-din, Nasirü’d-din’den mektup almış. Onu okuyup ağlıyordu. “Makalat’i Şemsi Tebrizi. Konya Mevlana Müzesi Ktp, Nr. 2144,yp. 22a. Bu eserin M. Nuri Gençosman tarafından yapılan tercümesinde, 1,99.”
Nasreddin Hoca’nın, yani Ahi Evren’in Konya’da bir Hanikah’ının bulunduğunu ve vezir olduğunu şöyle belgeliyor Mikail Bayram:
“Konya’da Vezir Nasıru’d-din Hanikah’ında bir tören münasebetiyle bir çok ileri gelenler, şeyhler, alimler ve filozoflar bir araya gelmişlerdi…..(Menakuibü’l-Arifın,2- 647-648)
Devamı Şöyle:
“Bu Vezir Nusretü’d-din orada Şems’e karşı saygısız davranışlarda bulunmuş, bunun üzerine Mevlana, Şems’in elinden tutup onu oradan uzaklaştırmış.( Manakıbü’l Arifın 2- 694)
Ahi Evren Veli yani Nasreddin Hoca’nın öldürülmesiyle ilgili bir başka kayıt şöyle.
“Eflaki eserinin bir başka yerinde Mevlana’nın Muarızı olan bu şeyhin, Yani Ahi Evren Şeyh Nasirü’-din Mahmud’un cennet ehlinin okuna hedef olmak suretiyle öldürüldüğünü….” (Menakıbü’l- Arifın 1-558)
“Mevlana Celalü’d-din, Ahi Evren Hace Nasirü’d-din’in öldürülmesinden duyduğu memnuniyeti ifade eden 45 beyitlik uzunca bir şiir yazmıştır.(Divan’i Kebir s,9-10/ 27)
Ahmed Eflaki, Vezir Nasirü’-din’in adamları vasıtasıyla Şems-i Tebrizi’yi katlettiğini ve Mevlana’nın oğlu Alaü’-din Çelebi’nin de bu işte önemli bir rol üstlendiğini yazmaktadır. (Menakibü’l- Arifın2-133)
Ahi Evren’in lakabı eski kaynaklarda Nasirü’d-din ve Nasru’d-din olarak geçer. Ahmed Eflaki ve Sadru’d-din Konevi onu Hasır ve Nasir olarak anıyorlar.
Kitabındaki fıkralarlar, halkın diline düşmüş fıkraların aynılığı ile Nasreddin Hoca ve Ahi Evren’in aynılığı, sanıyorum bu konuyla ilgili olarak gösterilen kaynaklar sonucunda açıklık kazanmış olacaktır. Kitbındaki fıkralardan iki örnekle yetinelim. ( Konevi ile Ahi Evren Hace Nasirü’d-din’in birbirine yazdıkları mektupların en eski nüshalarını Yar Ali Şirazi Konevi’nin eski defterlerinden derleyerek meydana getirmiştir.( Ayasofya, Süleymaniye ktp. Nr.2349)
Ayrıca Eflaki eserinin bir yerinde onu Vezir Nasirü’d-din olarak anmaktadır. (Menakibil Arifin,1, 133)
Kendisine: “Dünya’nın ortası neresidir diyenlere, eşeğimin sağ ayağını bastığı yerdir, diye cevap verir. İtiraz edilince de, inanmazsanız gidin ölçün der.” (Letaif-i Nasreddin Hoca, sf. 59”
Hoca pazarda bir papağanın yüz dinara satıldığını görünce o da hindisini pazara götürür ve yüz dinara satmaya kalkar. Kendisine “ Hoca sen delirdin mi, yüz dinara hindi olur mu? Diyenlere, geçen Pazar küçücük bir papağanın yüz dinara satıldığını hatırlatır. İtirazcılar o papağanın konuştuğunu, onun için o fiata satıldığını söyleyince, Hoca da o papağan konuşuyorsa bu hindi de düşünüyor der.” (Letaif-i Nasreddin Hoca, sf.90-91)
Bilinen o meşhur Fıkrası aynı kitapta şöyle.
Hoca yarım okka et alır ve eşine yarın bunu pişir de yiyelim der. Hanımı ertesi gün eti pişirir ve Hoca gelene kadar eti yer. Hoca eve gelince “ eti getir de yiyelim deyince” eşi “ eti kedi yedi der.” Hoca kediyi tartar, kedi yarım okka gelir. “ Bu bizim kedi ise et nerede, bu et ise bizim kedi nerede,” der?
Pertev Naili Boratav’ın, Nasreddin Hoca veya Hoca Nasreddin latifelerinden devşirdiği 143/207, 123/129, 158/258, 228/478, 183/336, 2267479. Keza M. Arslan B. Paçacıoğlunun, “Letaif-i Nasreddin Hoca’sından 166, 325. Hikayeler Ahi Evrein’in “Letaif-i Hikmet’inden alınmıştır. Ayrıca Nasreddin Hoca latifelerinden birçoklarının mazmunları Ahi Evren’in “Letaif-i Giyasiyye” adlı eserinden alınmıştır. “Ahi Evren, Mevlana mücadelesi. M.B. (230.SF.) Kitaptaki fıkralar Ahi Evren’e ait, halkın dilinde ise Nasreddin Haca’ya ait. İkisi de doğru, çünkü ikisi aynı kişiler.
1205 yılında Kayseri’ye yerleşir. Debbağ atölyesi kurar. Dönemin ileri gelen bilge kişilerinden Evhadü’din’in kızı Fatma ile evlenir. Aynı zamanda Fatma, Baciyan Hareketinin önderi olur. İktidarların konumuna göre himaye görmüş veya cezalandırılmıştır. Özellikle Moğol yanlısı iktidarlar ve Moğolların zulmüne uğramıştır. Sultan 1. Alau’d-din Keykubad’ın Ahi teşkilatını himaye etmesiyle Ahilik bütün Anadolu’ya yayılmıştır. Alaü’d-din Keykubad’ın isteği üzerine Konya’ya yerleşir ve kendisine vezirlik görevi verilir. Daha Sonra Gıyasü’d-din Keyhüsrev ve çevresi Ahilere ve Ahi Evren Veli’ye cephe alırlar ve cezalandırırlar. Mevlana, Nasreddin Hoca’nın eşi Fatma Baciyanı bu vesileyle tanıyor olmalı ki Hacı Bektaşi Veli’ye bir sataşmasında, bu Fatma Baciyan’ı kastederek, bacısı oruspu demiştir. Ahi Evren ile Hacı Bektaşi Veli yakın dostturlar ve Ahi Evren’in öldürülmesinden sonra Fatma Baciyan, Hacı Bektaşi Veli’ye sığınmıştır.
Ahi ve Türkmen çevreler ayaklanırlar. Baycu komutasındaki Moğol ordusu Anadolu’ya girer. Selçuklu ordusunu Kösedağ’da yenilgiye uğratır ve pek çok şehri yakıp yağmalar ama karşısında Ahileri bulur. Ahiler 15 gün Kayseri’yi kahramanca savunurlar. Sonra şehre giren Moğollar büyük bir katliam yaparlar. Onbinlerce Ahi ve Bacı’yı esir alırlar 1243. Babailer isyanı ve Hace Nasurü’d-din Ahi Evren’in bu isyana desteği yüzünden beş yıl süreyle Konya’da tutuklandığı ve işkence gördüğü tespit edilmiş durumdadır. Bu vesileyle eşi Fatma Baciyan Moğollara esir düşmüştü. Daha sonra iktidarı eline alan Celalü’d-din Karatay genel af çıkardı. Beş senedir tutuklu bulunan Ahi Evren Veli böylece serbest kaldı ve Denizli’ye yerleşti. Denizli’de bir buçuk yıl kaldıktan sonra 2. İzzü’d-din Keykavus tarafından yeniden vezirliğe getirildi. Bir buçuk yıl kadar bu makamda kaldı. O bu görevdeyken Şems-i Tebrizi öldürülür.(1247) Bu olayla ilgisi olduğu ileri sürülen Ahi Evren Hace Naser ile Mevlana’ın oğlu Alaü’d-din Çelebi Konya’dan ayrılır ve Kırşehir’e yerleşirler. 1261 yılında bu olay ve Moğol karşıtı tutumuyla ilgili olarak üzerine gönderilen Cacabey tarafından idam edilene kadar Kırşehir’de yaşamını ve mücadelesini sürdürür. Yine Ahi Evren- Mevlana mücadelesi adlı kitaptan bir alıntı yapalım. (50.sf)
“Oysa bütün Ahi şecere-nameleri ve Ahi Fütuvvet-Namelerinde adı bu şekilde tesbit olunmaktadır. (Hace Nasirü’d-din Mahmud) Bazen ona Ahi Mahmud dendiği de görülmektedir. İşte bu durum bu güne kadar yirmiye yakın eserini bulduğumuz zatın, Kırşehirli Ahi Evren Şeyh Nasirü’d-din Mahmud olduğunu belirlememize vesile oldu. Daha sonraki çalışma ve araştırmalarımda Menkabevi adı olduğu anlaşılan Ahi Evren diye tanınan zatın Modğollara ve Moğol yanlısı yönetime karşı isyan ettiği, bu isyanı bastırmaya memur edilen Moğol asıllı ve Mevlana’nın müridi Nurü’d-din Caca tarafından isyancıların kılıçtan geçirildiği, Şeyh Nasüri’d-din Mahmud ve beraberindekilerin de bu sırada katledildikleri, Mevlana’nın oğlu Alaü’d-din Çelebi’nin de burada öldürüldüğü ortaya çıktı. Bu olayın tarihi 1 Nisan 1261. (M.B. Ahi Evren Mevlana mücadeilesi)
Şimdi önemli bir noktaya daha değinelim. Şems’i Tebrizi’nin öldürülmesinden sonra Ahi Evren ve Mevlana’nın oğlunun Kırşehir’e göçtükleri belirlenmişti. Bu öldürülme olayını doğrulayan başka bir bulguya değinmek istiyorum. Ayrıca dönemin önemli bilgelerinin yazışmaları bu noktayı daha da aydınlatıyor.
“Büyük bir şair, edip ve doktor olan Konyalı Ebu Bekr b. Zeki’nin eserinde Emir Seyfü’d-din’e yazılmış iki mektup bulunmaktadır. Bu mektupların birinde (Ravzatü’l- küttab, s99- 100) insan oğlunun birbirinden farklı mizaçta yaratıldığını, bu yüzden hiçbir zaman suç işlemekten kendini alamayacağı, bazı dış olayların etkisiyle bir an itidan yolundan çıkarak cürüm işleme durumuna düşebileceği, böyle bir kimsenin işlemiş olduğu suçun insaf sahibi ve ileri görüşlü kimselerce büyütülmemesi gerektiği hatırlatılarak, bir cinayet işlemiş ve suçunu itiraf eden” Fulan’ın bu Emir Seyfü’d-din tarafından affedilerek himaye edilmesi istirham edilmektedir. Diğer mektup ise, Emir Seyfü’d-din’in diliyle kaleme alınmış olup, yukarıdaki mektupta cürüm işlediği belirtilen zatın- ki adı verilmeyip Fulan diye anılmıştır. İşlediği cürümden duyulan üzüntü dile getirilmektedir. Ayrıca bu cürüm işleyen zatın da başka bir zat tarafından öldürüldüğü mektupta ifade edilmektedir.
Diğer taraftan gene doktor olan Sa’dü-din Mes’ud adındaki bir zat, İmadu’d-din adındaki birine yazdığı mektupta bilgilerinin hamisi Emir Seyfü’d-din’e iştiyakını, Ahi Mahmud’a hasretini bildirmektedir. Ravzatü’l-küttab,s.101-102. Bu iki mektupta adı geçen Emir Seyfü’d-din, Ahi Evren Hace Nasirü’d-din Mahmud’un “Menahic-i Seyfi” adlı eserini sunduğu Kırşehir emiri Seyfü’d-din Tuğrul’dur. İkinci Mektupta adı geçen Ahi Mahmud ise bu mektubun yazıldığı tarihte Kırşehir’e yerleşmiş olan Ahi Evren’den başkası değildir. Böylece birinci mektupta cürüm işleyip Emir Seyfü’d-din’e sığındığı belirtilen ve “Fulan” denilerek adı verilmeyen zatın Ahi Evren Hace Nasirü’d-din Mahmud olduğu anlaşılmaktadır. Tamamlayıcı bilgi olarak: Şems-i Tebrizi de ‘Makalatın’da, İmad, Nasuri’d-din’den mektup almış, onu okuyup ağlıyordu.” demektedir. (Ahi Evren- Mevlana Mücadeli, sf,52-53)
- Kılıçarslan’ın iktidarına ve uygulamalarına karşı isyan ettiği için Ahi Evren ve isyancıların öldürülüşünü devrin tarihçilerinden Aksaray’lı Kerümü’d-din Mahmud şöyle anlatıyor.
“Kırşehir Emirliği Nuru’d-din Caca’ya verildi. Orduyla onun üzerine geldi. Bir süre muhasara edildi. Onu kaleden söküp attılar. Hariciler (Türkmenler) ki ona uymuşlardı, kamilen öldürüldüler. (Müsameretü’l-abbar sf. 75.) Aynı kitap 53 sf.
Bir başka kayıt şöyle:
“Ahiler Anadolu’da birçok vilayette olduğu gibi Kırşehir’de de 4. Kılıçarslan iktidarına karşı isyan başlattılar. (Kılıçarslan Mevlana ve Moğol desteğiyle iktidar olmuştur.) Mevlana’nın oğlu Alaü’d-din Çelebi de bu isyanda Ahi Evren’in yanında yer aldı. Bu isyanı bastırmaya memur edilen Nuru’d-din Caca Kırşehir’de üstüne yürüdü. Buradaki isyancıları kamilen kılıçtan geçirdi. Ahi Evren Nasuri’d-din ile Alaü’d-din Çelebi de bu sırada öldürülmüşlerdir. (Müsameretü’l- Abbar. Sf. 74)
Hemen değinelim: Alaü’d-din çelebi Kimya Hatun adında genç bir kıza aşıktır. İkisi de birbirini sevmektedir. Ama Mevlana bu genç kızı yaşı yetmişlerdeki Şems’i Tebrizi’yle evlendirir ve oğluyla arası açılır. Halkın Mevlana’nın, Şems’i Tebrizi’le ilişkisinden rahatsızlığı had safhaya çıkar. Tebrizi’nin öldürülmesinde Ahi Evren ve Alaü’d-din Çelebi’nin de parmağı vardır. Bu olaydan sonra Alaü’d-din Çelebi ve Ahi Evren Kırşehir’e yerleşirler. Öldürülmelerinde bu olayın da etkisi vardır.
“Şeyh Nasru’d-din Pir-i Piran Ahi Evren adına ilk kez Muallim Cevdet tarafından metni neşredilen, Kırşehirli C. Hakkı Tarım’ın da metnini ve tercümesini yayınladığı Ahi Evren Vakfiyesi adlı kaynakta rastlanmış ve yaşamının son on dört yılını Kırşehir’de geçirdiği anlaşılmıştır. Yine Aynı Vakfiyede lakabı Nasırü’d-din ve Nasru’d-din olarak da geçmektedir. (Ahi Evren, Mevlana Mücadelesi, M.B 27 sf) Pek çok kaynakta olduğu gibi yine Ahi Evren Vakfiyesinde Nasrü’din “Metali’ül- iman” adlı eserinin Konya Yusufağa ktp. Nr.4866’daki nüshasının la sahifesinde adı Şeyh Nasirü’d-din olarak geçmektedir. Yine Mevlana’nın Divan’ı Kebir’inde ve “Makalat-i Şems” de lakabı Nasirü’d-din olarak anılmıştır. a.g.e. (Mevlana Müzesi ktp.nr.2144), yp. 22a, 72b. Öldürülmesiyle ilgili olarak başka bir kaynaktan edindiğim bir bilgi de şöyle. Mevlana’nın Şemsi baş tacı etmesinden dolayı Konya halkı rahatsız olmaktadır. Mevlana’nın bu ilişkiyi sonlandırması için kendisi zaman zaman uyarılır. Uyarılar sonuç vermeyince Mevlana’nın oğlunun da aralarında bulunduğu eylemci bir grup Şemsi öldürür. Bu olaydan sonra babasından korkan Mevlana’nın oğlu Kırşehir’e kaçar ve Ahi Evren Veli’ye sığınır. Olayı hazmedemeyen Mevlana zaten kavgalı olduğu Ahi Evren Veli’yi bu yüzden Selçuklu Sultanından istekte bulunarak idam ettirir.
“Kırşehir’de meydana gelen bu olaya Devrin tarihçilerinden Aksaraylı Kerimü’d-din Mahmud değinmiş ve bu olayı ve bu olayda Ahi Evren’in öldürülüşünü aynen şöyle anlatmaktadır: Kırşehir Emirliği Nuru’d-din Caca’ya verildi. Orduyla onun üzerine geldi. Bir süre muhasara edildi. Onu kaleden söküp attılar. Hariciler (Türkmenler) ki ona uymuşlardı, kamilen öldürüldüler. Müsemeratü’l- abbars 75.) Baba İlyas-i Horasani’nin torunu Aşık Paşa’nın oğlu Elvan Çelebi1(360) de bu olay sırasında orada bulunan Hacı Bektaş ile Osman Gazi’nin kayın pederi Edebalı’nın sultana karşı savaşmayı göze alamadıklarını söylerken Kırşehir’de Ahi Evren ve beraberindeki Ahilerin katliama tabi tutuldukları olaya işaret etmiştir. (Menakibü’l Kudsiyye sf. 160) M.B. Aynı eser 54.sf.
- İzü’d-din Keykavus iktidarı ele alınca Moğollar rahatsız oldular ve ona karşı 4. Rüknü’d-din Kılıçaslan’ı desteklemeye başladılar. Ahiler 2. İzü’d-din Keykavus’un, Mevleviler ve Mevlana 4. Rüknü’d-din’in saflarında yer aldılar ve onlara sırtlarını dayadılar. Moğollar ve Moğol yanlıları ile onların zulmüne karşıt olan halk güçleri arasındaki mücadele böylece sürüp gitti.
- İzzü’d-din Keykavus Moğol istilaları sonucu Anadolu’yu terk etmek zorunda kaldı. 4. Rükni’d-din Kılıçaslan ve Moğollar yeniden iktidarı ele geçirdiler. Artık yeni iktidar Ahi Evren’e rahat yüzü göstermeyecektir. İktidar, bütün Şeyh ve müritlerin Mevlana’ya bağlanması mecburiyetini getirdi. Mevlana’ya bağlanmayı kabul etmeyenlerin iş yerleri, tekke, zaviye ve kurdukları vakıflar müsadere edildi. Bu uygulamaya karşı direnenler ya öldürüldüler veya göçe zorlandılar. Ahi ve Türkmenler bu uygulamalar karşısında ayaklandılar. Bu ayaklanmaların en şiddetlisi Kırşehir’de oldu ve Şeyh Nasiru’d-din tarafından yönetildi. Bu isyanı bastırmaya memur edilen Emir Nuru’d-din Caca’yı şehre sokmadılar. Bunun üzerine şehrin üzerine ordu gönderildi ve şehir zaptedilip isyancılar kamilen kılıçtan geçirildiler. Şehrin emirliği Nuru’d-din Caca’ya verildi. Adı Kırşehir’de Cacabey diye anılır ve adına da büyük minareli bir cami vardır ve aynı cami içerisindeki türbede yatmaktadır.
Ahi Evren Hace Nasuri’d-din in, Nasreddin Hoca olduğu gizli tutulduğu gibi, yazdığı eserleri de yok sayılmış, unutturulmuş veya başkalarına mal edilmek istenmiştir. Yine de tarih gerçeklerin yok edilmesine bütünüyle izin vermiyor. İşte bulunan ve belirlenen eserlerinden bazıları:
- Letaif’i Giyasiyye: Dört cild olan bu eseri 1. Cildi felsefe, 2. Cildi ahlak ve siyaset, 3. Cildi Fıkıh, 4. Cildi dua ve ibadet hakkındadır.
- Letaif-i Hikmet: Bu eser Sultan 2. İzzü’d-din Keykavus’a sunulmuştur. Siyasetnamedir. Bir nüshası Esad Ef. (Süleymaniye) Ktp. Nr. 2880 de kayıtlıdır.
- Ağazç u Encam: Vasiyetnamedir. Bir nüshası Bursa Eski Eserler Kitaplığı (Hüseyin Çelebi kısmı nr. 1184 deki mecmuanın 190b-198a sahifelerindedir.
- Murşidü’l- Kifaye Ruhun bekasıyla ilgilidir. Alaü’d-din Keykubad’a sunulmuştur. Fatih (Süleymaniye) kitaplığı nr.5426 daki mecmuanın130b-136a sahifelerindedir.
- Tuhfetü’ş – Şekur: Konevi’ye nisbet ettiği bir eserdir.
- Ulum-i Hakiki: Letaif-i Hikmet’e bu eserden söz etmektedir. Henüz bir nüshası ele geçirilemedi.
- İlmü’t – Teşrih: Tıpla ilgilidir.
- Kitabü’l Afai: Yılanlarla ilgilidir
- Yezdan – Şinaht: Felsefi Mahiyettedir. Ayasofya( Süleymaniye kitaplığı) nr. 4819, yp. 118b- 138b dedir.
- Goşayiş Name: Hace Nasuri’d-din Ahi Evren’in hayatından anlatımlar vardır.
- Ahlak-i Nasiri: Anadolu Ahiliğinin Kuruluşu, örgüt yapısı ve felsefesi anlatılmaktadır.
- Müsrari’ül- Müsari.
- Medh-i Fakr u Zemm-i Dünya. Celü(d-din Karatay’a sunulmuştur.
- Tercüame-i en- Nefsü’n- Natıka.
- Tercüme-i Kitabü(l- Hamisin Fi Usuli’d-din.
- Tercüme-i Et- Teveccühü’l – Etemm Nahva’1 – Hakk.
- Tercüme-i Miftahu’1- Gayb.
- Mi’rac- Name. İbni Sina’dan çeviridir.SONUÇ
Özellikle toplumun bilincinden kaçırılan bir olguya değinmek istiyorum. Ahi Evren Nasirü’d-din Mahmut El Hace hakkında toplumun bilincinden kaçırılan en önemli yanı yalnızca esnaf örgütlenmesi değildir. O öncelikle halk önderidir. Hace kelimesinin anlamı hoca değil önder demektir. Özellikle Moğol talanına karşı silahlı örgütlü bir halk gücü “Gaziyanı Rum” oluşturmuştur. Anadolu’da ileri bir üretim ve kardeşçe bir paylaşım biçimini (dirlik düzeni) Ahilik sistemine borçluyuz. Osmanlı’nın kuruluş döneminde, ayrıca o süreç içerisinde Ankara’da bu üretim biçimi uygulanmış ve Şeyh Bedreddin’in ilham kaynağı olmuştur. Toplumun bilinçlenmesi, düşüncelerinin uygulama alanının genişlemesi için örgütlü bir mücadele vermiş, köylerde imece, yardımlaşma, dayanışma, kardeşlik duygularını uygulamaya sokmuştur. Bu vesileyle bu amaçlar doğrultusunda örgütler kurmuştur. Onun asıl önemli yanı burasıdır. Bu örgütler sırasıyla Ahiyanı Rum, Gaziyanı Rum, Bacıyenı Rum, Abdalanı Rum örgütleridir. Rumm kelimesi o dönemde Anadolu anlamına gelmekteydi.
Ahiyanı Rum: Ahilik felsefesinin ve yaygınlaşmasının bel kemiğidir. Ahi olabilmek kendi eğitim sisteminin en son basamağını bitirenlere özgüdür. Dokuz basamaklı eğitim sisteminin son aşamasıdır. Bu basamağı bitiren artık Anadolu’nun her yerinde Ahilik felsefesini ve pratiğini uygulatacak bilgi birikimine ve insanlık erdemine sahip demektir. Ahilik sisteminin Anadolu’ya yayılması bunlar sayesinde olmuştur.
Gaziyanı Rum: Özellikle Moğol istilalarına karşı kurulmuş silahlı halk güçleridir. Moğollara karşı mücadele etmiş, başarılar kazanmış, yenmiş, yenilmiş, Moğolların talan ettiği halk tarafından sevilmişlerdir. Barış ortamında köylerde yardıma muhtaç insanlara yardımcı olmuş, afet sırasında acıları azaltmak için ellerinden geleni yapmışlardır.
Bacıyanı Rum: Önderliğini Ahi Evren’in eşi Fatma Bacıyan’ın kurduğu kadın örgütüdür. Moğol istilalarında Gaziyanı Rum örgütünün kadın kolunu oluşturur, onlarla birlikte savaşa katılırlardı. Ayrıca kadın erkek ayrımı karşısında kadının erkekle aynı haklara sahip olduğu anlayışı onların mücadelesiyle gelişme göstermiştir. Diğer örgütlerle de erkeklerle omuz omuza çalışmışlardır. Savaş zamanında yemek, giysi tamiri, yaralananların bakımı bu kadınlar tarafından sağlanmıştır.
Abdalanı Rum: Bunlar inanç sistemi, ahlaki değerler, hakkın, hukukun yolunu süren gönül erenleriydi. Nefsinden arınmış, canı candan ayırt etmeyen, eşitliği, paylaşımcılığı, dayanışmayı, yardımlaşmayı savunan, gezici söz ve saz ustalarıydı. Yukarıda belirtildiği gibi toplumu dört dalda örgütleyen Ahi Evren Veli, Abbdalanı Rum adı altında sanat ve zenaat alanında da gelişmeleri eksik bırakmamak adına örgütlemiştir. Zennaat alanında dericilik, ayakkabıcılık, marangozluk, inşaat işleri, terzilik, halıcılık vs. yanında sanat alanında özellikle halk müziği ve şiir alanında yeteneklerin gelişmesi için Abdalanı Rum adı altında çok sayıda halk şairi ve türkü ustasının yetişmesi bu örgütleme sayesinde olmuştur. Abdal Musa, Kazak Abdal, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Adal ve daha niceleri bu damardan beslenerek gelişmiş, topluma mal olmuş şairlerdir. Bunlar ustalık düzeyine geldikten sonra gezici dervişler olarak Anadolu’ya dağılır, toplumu Ahilik yaşam biçimi adına örgütler ve bilinçlendirirlerdi. Bu öylesine kökleşmiş bir damardır ki, Selçuklu’dan sonra Osmanlı İmparatorluğu içinde de devam edegelmiştir. Neşet Ertaş ile Osmanlı’yı da aşarak günümüze kadar gelmiştir. Ne yazık ki bu gerçekliğin Neşet Ertaş da farkında değildi. Onun halkçılığı, insan sevgisi, kadın hakları konusundaki duyarlığı bu felsefenin süregelen yapısıyla ilgilidir.
Bundan dolayı da Abdalanı Rum örgütlenmesinin devamı olan şimdiki Abdallar, yine toplumun yüz akı olarak Kırşehir’de bu ihtiyacı düğün, dernek ve şenliklerde yerine getirmeye devam ediyorlar. İşte Neşet Ertaş böyle bir tarihsel gerçekliğin son temsilcisi olarak yaşamış, gereğini yerine getirmiştir.
Hedeflerini böyle belirleyen ve halk tarafından sevilip, sayılan ahilik elbette Moğollar ve onların yandaşı sultan ve beyler tarafından hoş karşılanmayacaktı. Bundan dolayı da tarihsel yaklaşım, bu yönlerini hep karanlıkta bırakmıştır. Yine de güneş balçıkla sıvanamamıştır.
Bunca belge ve araştırmadan sonra anlaşılıyor ki Ahi Evren Nasirü’d-din Hace ile Mevlana arasında şiddetli fikir ayrılığı ve iktidar mücadelesi vardır. Mevlana’nın Yağmacı ve Anadolu için dönemin Amerika’sı olan Moğollar karşısında felsefesi şöyledir. “ Moğollar Anadolu toplumunu yeniyor ve yağmalıyorlar. Bu Allah’ın taktiridir. Onun için Moğollar’a karşı gelmek ve onlarla mücadele etmek Allah’ın taktirine karşı gelmektir.” Bir Başka söylemi şöyledir. “Moğol’a verilen her altın, günahlarınızın ağırlığından düşecektir.” Bu anlayış Moğollar’ın çok işine geldiği gibi Mevlana’nın da işine gelmiştir. Varlık içinde yaşamış ve ününe ün katmıştır. Bir dediği iki olmamıştır. Hem genel olarak Moğollar’ın atadığı Selçuklu sultanları, hem Moğollar Mevlana’yı el üstünde tutmuşlardır. Bu iki gücün desteği sayesinde Mevlevilik Anadolu’da en üstün tarikat durumuna gelmiş ve zoraki olarak diğer tarikatları tahakkümü altına almıştır. Hem siyasi hem de ekonomik olarak Moğollar’ın hükmettiği Selçuklular’a dayatılan bir döneme ait haraç miktarı şöyledir.
“Her yıl 360000 dirhem gümüş, 10000 koyun, 1000 sığır, 1000 deve, 1000 at, 500 top ipek. Bkz. El Evamirü’l- eladiyye. Sf.542- 543; Ebü’l- Ferec Tarih, 11- 544.”
Elbette Moğollar yalnızca bu haraçla yetinmemiş Anadolu’da girdikleri köy ve kentleri ayrıca yağmalamış, halka zulmetmişlerdir. Bu olaylar karşısında insan ve toplum sevgisine sahip kişilikler sessiz kalmamış ve olayları kabullenememişlerdir. Bunlardan biri de Hace Nasuri’d-din Ahi Evren Veli’dir. Ayrıca dönemin pek çok bilge kişisi, tarikat önderi, sanatçısı kendilerini halkla birlikte Moğollar’a karşı verilen bu mücadele içinde bulmuşlardır.
Ahi örgütlenmesi işte bu mücadele adına ortaya çıkmış ve önderi Ahi Evren Veli Nasuri’d-din Hace tarafından örgütlenmiştir.
Bu örgütlenme ve mücadelenin tarihsel olarak süreklilik kazanmaması ve halkın mücadelesinin önünü kesmek için katliamlar ve önderlerini bedensel olarak yok etmek yetmemiş, fikirsel olarak da yok sayılmak için eserleri ve düşünceleri baskı altına alınmıştır. Bu yüzden Ahi Evren kişiliği ve mücadelesi gizlenmiş, Nasreddin Hoca gibi halkın sevgisini en üst düzeyde kazanmış birinin idamı, idam edenleri ve onların takipçilerini halk nezdinde zor duruma düşüreceği için, iki kişilik birbirinden ayrı imiş havası yaratılmıştır. Yalnız Güneş balçıkla sıvanmadığı gibi bu olayların da üzerinin bütünüyle örtülmesi mümkün olmamıştır.
Tarihsel olarak başka bir gerçekliğe dokunmadan bitirmek istemiyorum. Ahi teşkilatı özellikle Ankara’da üretimi yönlendirme ve paylaşımda hakkaniyetli bir yaşamın yürürlüğe girmesinde söz sahibi olmuş ve Ahilik felsefesi Ankara’da epey bir süre uygulama olanağı bulmuştur. Dirlik düzeni tarih sahnesine böyle çıkmıştır. Osmanlı Devletinin ilk kurulma aşamasında da aynı yaşam biçimi uygulama olanağı bulmuştur. Buna göre ele geçirilen topraklar halktan ailelere üreteceği kadar verilmiş, mülk Allah’ın olduğu anlayışına bağlı kalınarak mülkiyeti değil ama işleme hakkı işleyebildiği sürece işleyende kalmıştır.
Osmanlı Devleti’nin kurulmasında da Ahi örgütü birinci derecede etkili olmuştur. Ertuğrul Gazi, Orhan Gazi, Osman Gazi’nin gazi unvanı almaları Ahiyanı Gazi örgütünden gelmektedir. Devlet genişledikçe ağalık ivme kazanmış, tarihsel koşulların konumu gereği devlet ve üretim biçimi feodal sisteme dönüşmüştür.
AHİ EVRAN DEĞİL, AHİ EVREN
Osmanlı Türkçesinde ince sesli kelimelerin ikinci hecesindeki “elifler” uzatma harfi değil, seslik işaretleridir. Gelen, gider şeklinde yazılırdı. Bu kelimenin gelan, gidan şeklinde imla ve telaffuz etmek nasıl yanlış ise, “evirmek fiilinden ism-i fail olan “eviren “ ve bir seslik düşmesi ile evren olan bu kelimeyi de Evran okumak, yazmak ve telaffuz etmek o derece yanlıştır. Bu yüzden doğrusu Evren’dir.
Alaaddin Keykubat ve İzzettin Keykavus ahilik yanlısı. Keyhusrev Moğol ve Mevlana yanlısı. 2. İzzettinh Keykavus 1254 yılında Kırşehir’e gitti. 1256 Moğollara yenildi.
Kılıözlü, ikizarası mevkiinde, Gölhisar’da Hacı Bektaş ve Ahi Evren zaman zaman b.ir araya gelir sohbet ederlerdi. Gölhisar’da şimdi park olan yer!
Selçuklu’nun çökeceğini anlayan Ahiler, Yeni bir devlet kurulması için toplantılar yapmaya başladılar. Adı Kurultay toplantılarıdır. En sonunda Ertuğrul Gazi’ye önerildi. Ertuğrul Gazi o dönemlerde Kırşehir Karakeçili yakınlarındaydı. Bu teklif kendisine Kırşehir’de yapılmıştır. Osmanlı’nın kurulduğu yerlerde bolca Ahi Fıkralarının anlatıldığı kayıtlarda vardır.
ASIM GÖNEN, 2022
Zaviye: büyük yerleşim merkezlerinde kurulmuş, üretim ve eğitim kurumları.
Tekke: kasaba türü küçük yerleşim birimlerinde kurulmuş üretim ve eğitim kurumları
Hannikah: Verimli arazilerin bulunduğu alanlarda kurulan tarım, hayvancılık, sebze, meyve üzerine üretim ve eğitim merkezleri. Buralarda bir şeyhin yönetiminde kolektif üretim yapılır, toplumun beslenme ihtiyacı karşılanırdı.