Bizim gibi bozkırın ortasında yaşayanların pek sık işittiği bir laf vardır. “Abi, buralardan gideceksin, yerleşeceksin Ege’de deniz kenarında bir kasabaya, mis gibi yaşayacaksın.” Ege’de bir kasabaya yerleşme hayali epey zamandan beri zihnimizi meşgul ediyor olmalı ki bir zamanlar yazlık furyası başladı. Emekli olanlar veya gücü yetenler birer yazlık edindiler. Yazlıklar dağa taşa yapılmış olsa da araba ile denize kısa sürede ulaşmak mümkündü. Her işte olduğu gibi bu işte de uyanık olanlar, arsa kapatma işinden veya yazlık evi satma işinden kâr ettiler. Olan yine üç beş kuruş denkleştirip yazlık almaya çalışanlara oldu.
Efendim kooperatif olarak girip yazlığını kırk yıl sonra alanlar mı dersiniz, işin ortasında müteahhit tarafından tokatlananlar mı dersiniz… Neyse olan oldu, yazlığı alanlar Ege’de bir kasabaya yerleşme hayaline kavuşmuş oldu. Fakat yakınlarda yazlıkçıların bulunduğu bu kasabalara yolunuz düşmüşse durumun hiç de hayal edildiği gibi olmadığını görürsünüz. Yirmi bin kişinin yaşayabileceği bir kasabanın nüfusu yazlıkçılarla beraber yüz bin oluverince içecek sudan, gidilecek tuvalete kadar her şey çileye dönüşebiliyor. Ege’de sakin bir hayat sürme işi hayal kırıklığına dönüşebiliyor.
İçme suyu işini tanker alıp, kuyu açtırarak çözdünüz. Kasabanın kalabalık oluşunu da dert etmiyorsunuz. Kısacası yazlık hayatı sizi bahtiyar ediyor diyelim. Kırşehir’in boz toprağından kaçıp Ege’nin denizine kavuştunuz. Peki ama nasıl bir şeydir bu yazlık hayatı, nasıl geçer insanın günü yazlıkta? Efendim bu işin olmazsa olmazı üç şey vardır kapri şort, tişört, terlik. Bu üçünü tamamlayıp giydiniz mi hazırsınız. Sabah ilk iş deniz kenarında bir yürüyüş yaparsınız, sonra gelirken taş fırından simit ile ekmek alırsınız. Yenge uyanıp kahvaltıyı hazırlamış olur. Kahvaltıdan sonra dışarı çıkılmaz malum hava sıcaktır. Eh uyudun, televizyon izledin, balkonda brandayı indirip kahve içtin falan filan derken olur akşam üstü. Şimdi deniz zamanıdır, şemsiyeyi, termosu, yiyeceği, içeceği kapıp inersin denizin kenarına. Yüzersin, yersin, içersin.
Ege’de kafa dinlemek üç aşağı beş yukarı şu yukarıda tarif ettiğim şeye benziyor. Yahu bal yiyen baldan usanmış, kafayı dinlemenin başka yolları da olmalı. Mesela bozkırda çalının çırpının arasında yürümek gibi, ağaçsız kupkuru toprağa değen rüzgar sesini dinlemek gibi. Eh boşuna dememişler “Gursakgavurgasını ister.” diye.