Aleksandr Puşkin, Modern Rus Edebiyatının kurucusu olarak kabul ediliyor. 1799’da doğmuş ve 1837’de vefat etmiş. Doğum ve ölüm tarihleri doğruysa 38 yaşında vefat etmiş ki Puşkin, bu kısa yaşamına neler neler sığdırmış. İnanılır gibi değil.
Bu ara Ataol Behramoğlu’nun çevirisinden Puşkin’in Erzurum Yolculuğu’nu okuyorum. Orada iki nokta çok ilgimi çekti onu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Rus ordusu Erzurum’a sefer düzenliyor. Puşkin’de kısa kısa bu yolculuğu adeta resmediyor. Bir yerde şöyle yazmış: “ Bir Şairle karşılaşmak her zaman hayırlıdır. Şair, dervişin kardeşidir. Onun ne vatanı vardır. Ne de dünya nimetlerinde gözü. Biz zavallılar şan, iktidar ve para peşinde koşarken o yeryüzünün hükümdarlarıyla aynı sırada durur ve herkes onun karşısında saygıyla eğilir.” Puşkin, kendine kıyak geçmiş olabilir mi? Sanmıyorum. Sanatçı da tarif edilen gibi olmalı değil mi? Ki aksi geleceğimizi karartır.
Bir yerde de şöyle yazmış mesela; “Türkler, kestikleri kafaları İstanbul’a gönderiyorlar. Ellerini kana batırıp sancaklarına basıyorlar.” Tabii abartsa da bizlerin Devletimize bağlılığımızı ne güzel anlatmış, değil mi? Hatta sancağa olan gönül bağımızı da çok güzel bir şekilde resmetmiş. Hepimiz askerlik yaptık. Birliğin sancağının kutsallığını kim yalanlayabilir. Bir yerde daha okumuştum. Türklerin, tanrısı devletleridir, diye. Hatırlayın sloganları. Özellikle ülkemizin kurucusunun söylevleri ve siyasetçilerimizin söylevlerini, hatırlayın. Ne kadar doğru değil mi? Sanırım bu genlerimizde var ki aradan geçen 300 yıla rağmen halen toplumsal ve bireysel davranışımız aynı. Tabii bunun üzerine çok konuşabiliriz.
Biliyorsunuz sınır ötesindeki operasyonlarda yiğitlerimiz şehit oluyor. Yine acı yine gözyaşı. Ne diyelim. Allah devletimizi, halkımızla beraber payidar kılsın.